Fatma Zehra benim ilk bebeğim, kabul olunan dualarımın en büyüğü, en kıymetlisi, en değerlim, göz bebeğim. Bir eylül günü aldım onu kollarıma. Öylesine küçüktü ki, dokunmaya korkardınız. O güne dek tattığım duyguların en güzeliydi onunla kucaklaşmak. Bu mutluluğumuz üç gün sürdü. Dördüncü gün aile hekimine topuğundan kan aldırmak için gittiğimizde hemşirelerde bir telaş vardı bana belli etmek istemeseler de. Meğer ateşi varmış kuzumun, sıcaklığını fark etsem de ateşi olabileceğini akıl edemedim anneliğin o ilk günlerindeki şaşkınlık ve acemilikle. Neredeyse 39 un üstünde bir ateş ölçtüler, daha o dakika ağlamaya başladım ne yapacağımı bilemeden. Sakinleştirmeye çalışıp bir çocuk hekimine gösterin hemen diyerek uğurladılar bizi. İlk gittiğimiz hastanede yaşlı bir çocuk hekimiyle karşılaştık. Engin tecrübesiyle hemen koydu teşhisi, yeterince anne sütü alamadığı için susuz kalmış, o yüzden çıkmış ateşi, yine de çocuk hastanesine götürüp tetkik ettirseniz iyi olur dedi. Demek susuz kalmıştı yavrum, halbuki göğüslerim sütle dolup taşıyordu. Ben onu her göğsüme aldığımda emzirdim sanıp bırakıyordum, ne kadar süt çektiğini doyup doymadığını anlamıyordum. Orada olgun yaşta bir hemşire ilgilendi benimle, göğüslerim tam boşalmadığı için futbol topu gibi sertleşmişti, bu kadar sert bir göğsü tutup ememez bebek, bunların pompayla sağılıp boşalması lazım, sağdığın sütü verirsin bebeğe, bir şeyi kalmaz merak etme diyerek rahatlattı bizi. Allah ondan razı olsun. Böylece ilk günlerde süt pompalarının yeni anneler için ne kadar önemli bir işlevi olduğu ilk ondan öğrenmiş oldum.
Keşke o gün bebeği alıp evimize dönseydik, Çocuk Hastanesine götürmeseydik keşke. Acilden giriş yapıp ateşi var dediğimizde, yeni doğanlarda yüksek ateş çok riskli olduğundan hemen yatış kararı aldılar. Buraya kadar herşey normaldi. Yenidoğan yatan hasta servisinde bir hemşire Fatma Zehra'yı soydu, kıyafetlerini bana verdi, koluna bir bant takıp ismini yazdı sonra da gözden kayboldu. Bense giriş kapısında elimde bebeğimin kıyafetleriyle kalakaldım. Asıl o zaman anladım neler olduğunu, dünya başıma yıkıldı sanki. Çocuk Hastanesinin yeni doğan yatan hasta servisine refakatçi almıyorlarmış meğer, enfeksiyon riski ve daha önce yaşanan bebek ölümleri yüzünden. Ben bebeğime yatış kararı çıktığında yanında kalacağımı sanıyordum, böyle olacağını bilsem onu alır başka hastane arardım, kesinlikle teslim etmezdim. Bunun nedeni hastaneye güvenmiyor oluşum değil sadece ondan ayrılmaya hazır olmayışımdı. Annem, eşim ve ben saatlerce kapıda bekleyip birilerinin bize bilgi vermesini bekledik. Saatler boyu ağladım. O anda bebeğimin ateşi, ona iyi bakıp bakmayacakları yada durumunun ciddi olup olmaması değildi beni üzen. Sadece ondan ayrıyım diye ağlıyordum, sanki onu kaybetmişim bir daha kucağıma alamayacakmışım gibi hissediyordum. Eşime yalvardım nolur onu geri al, başka hastaneye götürelim diye. Burada iyi bakılacaksa niye başka yere götürelim, önemli olan ona doğru müdahalenin yapılması, sabredip beklemekten başka çaremiz yok diyerek beni avuttu. Sonunda bebeğimi orada bırakmak zorunda olduğumu kabul edip ellerim boş eve geri döndüm. Kıyafetlerini koklayıp koklayıp ağlamaya devam ettim. Şu yazdıklarımı anne olmayanlar anlayamaz. Anne olup ta bundan daha zor imtihanlar geçirmiş olanlar da çok abarttığımı düşünecektir. Fakat ben o güne kadar daha zorunu yaşamamıştım. Ve benim için o anda yaşadığım tahammülü çok zor bir şeydi.
O gece Fatma Zehra hastanede kaldı, biz evimizde onsuz uyuduk. Ertesi sabah erkenden hastaneye gittik, durumuyla ilgili bilgi almaya çalıştık. Ateşinin düştüğünü ama sarılık riski olduğu için hastanede kalmaya devam edeceğini söylediler. Bazı bebekleri anneleri emzirsin diye üç saatte bir emzirme odasına getiriyorlardı, oraya gelemeyecek durumda olan bebekler için anneler elektrikli süt sağma makinelerinde sütlerini sağıp bırakıyorlardı. Fatma Zehra ışık altında sarılık tedavisi gördüğü için onu emzirme odasına getirmiyorlardı, ben üç saatte bir sütümü sağıp bırakıyordum. Evimiz yakın olduğu için bütün gün orada beklemek yerine üç saatte bir hastaneye gidip işimiz bitince geri dönüyorduk. Yaklaşık üç gün boyunca bu durum böyle devam etti. Sezeryanla doğum yapmıştım, dikişlerim çok yeniydi, doğumdan sonra doğru dürüst dinlenme fırsatı bulamadan yollara dökülmek zorunda kaldım. Ve o gidiş gelişler beni çok yıprattı. Şimdi düşününce o günleri, nasıl dayanmışım, Allah nasıl bir güç vermiş ki düşüp bayılmadan atlatabilmişim o süreci diye şaşırmadan edemiyorum. Zehra'yı almaya gideceğimiz gün Ramazan Bayramının ilk günüydü. Ve bayram şekerimiz olmadan yaptık bayram sabahı kahvaltıyı. Herkesin boğazına dizildi lokmalar. Kahvaltıdan hemen sonra heyecanla gittik hastaneye. Servisin kapısındaki güvenlik görevlisi emzirme saati geçti, şu anda bebeği göremezsiniz bugün taburcu olup olmayacağını da bilmiyorum, şimdi gidin üç saat sonra gelirsiniz deyip bizi başından savdı. Nasıl bir çaresizlikti Allahım, nasıl sabrettik o anda bilmiyorum. Kendimi sokaklara atıp ağladığımı artık dayanamıyorum diye bağırdığımı hatırlıyorum. Normalde böyle bir durumda eşimin yetkili birini bulup bilgi alması ve bebeğimizi ne yapıp edip oradan çıkarması gerekirdi. Çünkü riskli durumu atlatmıştı ve hastanede kalması için hiçbir neden yoktu. Fakat ikimiz de öylesine şaşkındık ki, bunu akıl edemiyorduk üzüntüden. Neyse ki biraz daha bekledikten sonra artık taburcu olması için bir engel olmadığını yetkili birinden duyup bebeğimizi hastaneden çıkardık. Bayram bizim için yeni başlıyordu. Zehra'ya sıkı sıkı sarılıp bir daha seni bırakmayacağım, bir daha hiç ayrılmayacağız diye fısıldıyordum kulağına.
Söz verdiğim gibi bir daha onu bırakmadım. O ilk ayrılık benim için çok büyük bir travmaydı, sonraki günler haftalar ve aylar boyunca Fatma Zehra'nın yanından hiç ayrılmadım. Hatta çoğu gün akşam olup eşim eve geldiğinde evde yemek bulamazdı. Çünkü ben tüm gün bebeğin yanında oturup onu izlerdim. Aradan aylar geçip işe dönme vakti geldiğinde onu bırakıp gidemeyeceğimi hissediyordum ve işten ayrılma kararı aldım. Bu ikimiz için de en doğru olandı. Bu sayede huzurlu bir annelik süreci yaşadım ve zorunlu olarak birbirimizden ayrılmadık bir daha.
Yazının en başında ateşle imtihan demiştim, bu sadece yukarıda bahsettiğim olayla sınırlı kalmadı elbette. Fatma Zehra çok sık hastalanan bir bebekti. Büyüdükçe bu durum değişmedi. Sık sık enfeksiyona yakalanan, her defasında ateşi tavana vuran, iki üç gün boyunca devam eden yüksek ateş ve sıtmalanma durumu sürekli tekrarlanan bir çocuk oldu maalesef. Bağışıklık sistemini güçlendirmek için ne yaparsak yapalım, hangi koruyucu tedaviyi uygularsak uygulayalım, hastalıktan kurtulamadık. Belki nazardan, belki narin yapılı oluşundan, belki bütün çocuklar böyle büyüyor da ondan, belki de hepsi birden. Artık ateşi nasıl düşüreceğim konusunda uzman oldum ve bu durumu soğukkanlılıkla karşılamayı öğrendim. Allah bundan daha büyük dertler vermesin diye dua ediyorum. İmtihanımız daha zor olmadığı için Allah'a şükrediyorum. Cümlemizin çocuklarını korusun Rabbim, nazarlardan ve kazalardan.
O gece Fatma Zehra hastanede kaldı, biz evimizde onsuz uyuduk. Ertesi sabah erkenden hastaneye gittik, durumuyla ilgili bilgi almaya çalıştık. Ateşinin düştüğünü ama sarılık riski olduğu için hastanede kalmaya devam edeceğini söylediler. Bazı bebekleri anneleri emzirsin diye üç saatte bir emzirme odasına getiriyorlardı, oraya gelemeyecek durumda olan bebekler için anneler elektrikli süt sağma makinelerinde sütlerini sağıp bırakıyorlardı. Fatma Zehra ışık altında sarılık tedavisi gördüğü için onu emzirme odasına getirmiyorlardı, ben üç saatte bir sütümü sağıp bırakıyordum. Evimiz yakın olduğu için bütün gün orada beklemek yerine üç saatte bir hastaneye gidip işimiz bitince geri dönüyorduk. Yaklaşık üç gün boyunca bu durum böyle devam etti. Sezeryanla doğum yapmıştım, dikişlerim çok yeniydi, doğumdan sonra doğru dürüst dinlenme fırsatı bulamadan yollara dökülmek zorunda kaldım. Ve o gidiş gelişler beni çok yıprattı. Şimdi düşününce o günleri, nasıl dayanmışım, Allah nasıl bir güç vermiş ki düşüp bayılmadan atlatabilmişim o süreci diye şaşırmadan edemiyorum. Zehra'yı almaya gideceğimiz gün Ramazan Bayramının ilk günüydü. Ve bayram şekerimiz olmadan yaptık bayram sabahı kahvaltıyı. Herkesin boğazına dizildi lokmalar. Kahvaltıdan hemen sonra heyecanla gittik hastaneye. Servisin kapısındaki güvenlik görevlisi emzirme saati geçti, şu anda bebeği göremezsiniz bugün taburcu olup olmayacağını da bilmiyorum, şimdi gidin üç saat sonra gelirsiniz deyip bizi başından savdı. Nasıl bir çaresizlikti Allahım, nasıl sabrettik o anda bilmiyorum. Kendimi sokaklara atıp ağladığımı artık dayanamıyorum diye bağırdığımı hatırlıyorum. Normalde böyle bir durumda eşimin yetkili birini bulup bilgi alması ve bebeğimizi ne yapıp edip oradan çıkarması gerekirdi. Çünkü riskli durumu atlatmıştı ve hastanede kalması için hiçbir neden yoktu. Fakat ikimiz de öylesine şaşkındık ki, bunu akıl edemiyorduk üzüntüden. Neyse ki biraz daha bekledikten sonra artık taburcu olması için bir engel olmadığını yetkili birinden duyup bebeğimizi hastaneden çıkardık. Bayram bizim için yeni başlıyordu. Zehra'ya sıkı sıkı sarılıp bir daha seni bırakmayacağım, bir daha hiç ayrılmayacağız diye fısıldıyordum kulağına.
Söz verdiğim gibi bir daha onu bırakmadım. O ilk ayrılık benim için çok büyük bir travmaydı, sonraki günler haftalar ve aylar boyunca Fatma Zehra'nın yanından hiç ayrılmadım. Hatta çoğu gün akşam olup eşim eve geldiğinde evde yemek bulamazdı. Çünkü ben tüm gün bebeğin yanında oturup onu izlerdim. Aradan aylar geçip işe dönme vakti geldiğinde onu bırakıp gidemeyeceğimi hissediyordum ve işten ayrılma kararı aldım. Bu ikimiz için de en doğru olandı. Bu sayede huzurlu bir annelik süreci yaşadım ve zorunlu olarak birbirimizden ayrılmadık bir daha.
Yazının en başında ateşle imtihan demiştim, bu sadece yukarıda bahsettiğim olayla sınırlı kalmadı elbette. Fatma Zehra çok sık hastalanan bir bebekti. Büyüdükçe bu durum değişmedi. Sık sık enfeksiyona yakalanan, her defasında ateşi tavana vuran, iki üç gün boyunca devam eden yüksek ateş ve sıtmalanma durumu sürekli tekrarlanan bir çocuk oldu maalesef. Bağışıklık sistemini güçlendirmek için ne yaparsak yapalım, hangi koruyucu tedaviyi uygularsak uygulayalım, hastalıktan kurtulamadık. Belki nazardan, belki narin yapılı oluşundan, belki bütün çocuklar böyle büyüyor da ondan, belki de hepsi birden. Artık ateşi nasıl düşüreceğim konusunda uzman oldum ve bu durumu soğukkanlılıkla karşılamayı öğrendim. Allah bundan daha büyük dertler vermesin diye dua ediyorum. İmtihanımız daha zor olmadığı için Allah'a şükrediyorum. Cümlemizin çocuklarını korusun Rabbim, nazarlardan ve kazalardan.