Geçen gün
kayınvalidemi ziyarete gelen misafirlerle sohbet ederken konu çocukken
yediğimiz dayaklara geldi nerden geldiyse. Herkes kendi çocukluğuna dair dayak
anısını anlattı, şimdi gülerek anlattığımız o anlar küçükken canımızı yakan ve
bizi yaralayan anlardı. Ruhumuzda izi kalmıştır mutlaka.
Ben de her çocuk
gibi anneme hayrandım. Aynı zamanda onun en yakın arkadaşı ve sırdaşıydım. Yine
her çocuk gibi zaman zaman yaramazlık yapardım ve onu kızdırdığım zamanlarda
dayak ta yerdim. Çoğunu unuttum muhtemelen ama bir iki yaramazlığım var ki,
onlar gerçekten annemi çok kızdırmış ve sonuçları benim için de epey ağır
olmuştu. Bunlardan konu açıldığı zaman annem üzülüyor ve onu suçladığımı
düşünerek kendini savunuyor. Ben kötü bir anneymişim demek siz daha iyisini
yapın diyor. Aslında annemin kötü yada başarısız bir anne olduğunu düşünmedim
hiçbir zaman. Sadece omzundaki yükler ona ağır geliyordu bazen ve böyle
zamanlarda sabredemeyip şiddete başvuruyordu. Yardımcı olacak, yükünü
hafifletecek kimsesi yoktu annemin, yalnız büyüttü bizi. Babam bile olmazdı
çoğu zaman yanında, tek başına koşardı her şeye. Üstelik eskiden her şey daha
zordu, şimdiki gibi değildi yaşam koşulları. Anneleri yetiştirmek ve
bilinçlendirmek için bugünkü kadar bol kaynak ta yoktu o zamanlar yada herkesin
ulaşabileceği kadar yaygın değildi muhtemelen. Kendi büyüdükleri gibi ve
çevreden gördükleriyle büyüttüler annelerimiz bizleri.
Bizse çok
şanslıyız bu konuda. Anne çocukla ilgili yüzlerce, binlerce yayın var. Radyoda
, televizyonda sürekli konuşan, anlatan uzmanlar var. Etrafta daha doğru
örnekler var. Çocuk yetiştirirken yanlış yapmamak için kendimizi
geliştirebileceğimiz bütün materyaller elimizin altında. Bilinçlenmek isteyen
anneler bunlardan faydalanıyorlar. Ben de anne olmaya karar verdiğim günden
beri pek çok kitap okudum. Başta Adem Güneş olmak üzere birçok uzmanın
kitabından bir sürü şey öğrendim. Elbette okuduklarımızı tecrübe etmek çok
kolay olmuyor bazen.
Fatma Zehra
bebekken herkes bana çok sabırlı bir anne olduğumu söylerdi. Bunun nedeni bebek
ağlarken sakin kalmam, ona sinirlenmemem ve bağırmamamdı sanırım. O minicik bir
bebekti ve ağlıyorsa benim çözmem gereken bir sorunu vardı. Beni kızdırmak için
ağlamıyordu, sadece derdini anlatmaya çalışıyordu, ben böyle düşünür ve sorunu
nasıl çözebileceğime odaklanırdım. Uzun süre bu böyle devam etti.
Meryem’e hamile
kaldığımda Zehra 20 aylıktı daha. Hamileliğim boyunca ilişkimizi bozacak, gerilmemize neden olacak
bir şey yaşamadık. Zaten o yaramaz bir çocuk olmadı hiçbir zaman. Başkalarına
yaramazlık gibi gelen çocukça davranışlarını her zaman toleransla karşıladım.
Sonra Meryem katıldı aramıza. Zehra kardeşini kıskandı ilk zamanlar. Bu zaten
beklediğim bir şeydi, hazırlıklıydım. Ona hiç kızmadım, hep sabırla anlattım,
daha fazla ilgi ve sevgi gösterdim. Çok küçük yaşta abla oldu ve
çevremizdekiler ona sen artık abla oldun, büyüdün ifadelerini kullandı bazen.
Bense onun daha çok küçük bir çocuk olduğunu hiç unutmadım, bunu hem ona hem de
başkalarına anlatmaya çalıştım. Tuvalet eğitimini Meryem bebekken gerçekleştirdik,
çok şükür o dönemi de sabırla, gerilmeden, Zehra’yı yıpratmadan atlattık. Zehra oyuncaklarıyla oynamayı
sevmezdi, televizyon yada bilgisayar merakı yoktu. Çok küçük yaştan beri sosyal
bir çocuktu ve insanlarla iletişim halinde olmayı severdi. Eşimin akrabaları
yakın çevremizde oturdukları için sık sık onları ziyarete gider. Halasıyla,
teyzesiyle vakit geçirmeyi sever. Eğer evde yalnızsa odasındaki dolabı
karıştırır, sürekli kıyafet değiştirir. Bu durum biraz can sıkıcı olsa da
çoğunlukla hoşgörülü davranırım. Fakat bir dönem ne olduysa oldu, her şeye
itiraz etmeye başladı, istediği bir şey olmayınca ağlamaya başladı, kıyafet
seçimi konusunda sorun yaşar olduk, ben kendi seçimlerini yapmasına çoğu zaman
müsaade etsem de bazen uygunsuz kıyafetler seçtiğinde müdahale ediyordum, bu da
krize neden oluyordu. Nasıl başladı, ne kadar sürdü tam olarak bilemiyorum ama
o dönem her zaman var olan sükunetimi ve sabrımı kaybettim. Ona sinirlenmeye
başladım, sinirlendiğim zaman içimden gelen şiddet gösterme eğilimini
bastırmakta çok zorlandım ve bir iki kez kendimi tutamayıp ona vurduğum da
oldu. Şimdi çok pişmanlık duyuyorum bunu yazarken ama maalesef yanlış olduğunu
bile bile bunu yaptım. Elbette ondan özür diledim, bir daha olmayacağına söz
verdim ve tekrar etmemek için kendimi tuttum. Peki neydi beni şiddet gösterecek
noktaya getiren şey. Birincisi çocukluğunda şiddet gören insanlar,
büyüdüklerinde şiddet göstermeye meyilli olurlar. İkincisi çevremdeki herkes
başta kendi aile büyüklerim olmak üzere; benim çok sabırlı olduğum, çocuklara
karşı fazla hoşgörülü olduğum, onları terbiye edemediğim konusunda hemfikirdi.
Hatta annem yada babam bazen çocuklarla yaşadığım bir olaya şahit olduğunda ben
olsaydım çoktan dayak yemişti, yada dayağı hak etti gibi ifadeler kullandılar.
Buda bende sanki benim kızmaya hakkım varmış ve çocuk gerçekten cezayı hak
ediyormuş gibi bir izlenim yarattı. Bir de Zehra’yla o gerilimi yaşadığımız
dönemlerde hayatımda yolunda gitmeyen başka şeylerde vardı ve omzumdaki yükleri
taşıyamadığımda ona da sabır gösteremediğimi fark ettim.
Yazının en başına
dönersek, o gün çocukken dayak yediğini anlatanlarda anne olduklarında
kendilerinin de şiddet gösterebileceklerini yada bunu normal gördüklerini
gözlemledim. Oysa hayvanlar bile dayakla terbiye edilmiyor artık. Bazı çocuklar
dayaktan anlar yada yeri geldiğinde az da olsa vurmak gerekir gibi ifadeler
çoktan kullanımdan kalkmış olmalı. Hala bunu savunanlar olduğunu gördüğümde çok
üzülüyorum. Evet belki biz anne babamızdan, öğretmenimizden yada
arkadaşlarımızdan dayak yemiş olabiliriz ama bunu çocuklarımıza da yaşatmaya
hakkımız yok. Çünkü biz böyle davranırsak onlar da şiddete meyilli yetişkinler
olacaklar ve bu toplumun tamamına sirayet edecek. Eğer şiddetle anılan bir
toplum olmak istemiyorsak, önce kendi evimizde şefkat ve sabır tohumları
ekmeliyiz. İnsana insanca muamele etmeyi yaşayarak öğretmeliyiz çocuklarımıza.
O zaman gelecek günler çok daha güzel olacak inşallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder