11 Mayıs 2015 Pazartesi

Şiddete Meyilli Anneler ve Çocukları

                Geçen gün kayınvalidemi ziyarete gelen misafirlerle sohbet ederken konu çocukken yediğimiz dayaklara geldi nerden geldiyse. Herkes kendi çocukluğuna dair dayak anısını anlattı, şimdi gülerek anlattığımız o anlar küçükken canımızı yakan ve bizi yaralayan anlardı. Ruhumuzda izi kalmıştır mutlaka.

                Ben de her çocuk gibi anneme hayrandım. Aynı zamanda onun en yakın arkadaşı ve sırdaşıydım. Yine her çocuk gibi zaman zaman yaramazlık yapardım ve onu kızdırdığım zamanlarda dayak ta yerdim. Çoğunu unuttum muhtemelen ama bir iki yaramazlığım var ki, onlar gerçekten annemi çok kızdırmış ve sonuçları benim için de epey ağır olmuştu. Bunlardan konu açıldığı zaman annem üzülüyor ve onu suçladığımı düşünerek kendini savunuyor. Ben kötü bir anneymişim demek siz daha iyisini yapın diyor. Aslında annemin kötü yada başarısız bir anne olduğunu düşünmedim hiçbir zaman. Sadece omzundaki yükler ona ağır geliyordu bazen ve böyle zamanlarda sabredemeyip şiddete başvuruyordu. Yardımcı olacak, yükünü hafifletecek kimsesi yoktu annemin, yalnız büyüttü bizi. Babam bile olmazdı çoğu zaman yanında, tek başına koşardı her şeye. Üstelik eskiden her şey daha zordu, şimdiki gibi değildi yaşam koşulları. Anneleri yetiştirmek ve bilinçlendirmek için bugünkü kadar bol kaynak ta yoktu o zamanlar yada herkesin ulaşabileceği kadar yaygın değildi muhtemelen. Kendi büyüdükleri gibi ve çevreden gördükleriyle büyüttüler annelerimiz bizleri.

                Bizse çok şanslıyız bu konuda. Anne çocukla ilgili yüzlerce, binlerce yayın var. Radyoda , televizyonda sürekli konuşan, anlatan uzmanlar var. Etrafta daha doğru örnekler var. Çocuk yetiştirirken yanlış yapmamak için kendimizi geliştirebileceğimiz bütün materyaller elimizin altında. Bilinçlenmek isteyen anneler bunlardan faydalanıyorlar. Ben de anne olmaya karar verdiğim günden beri pek çok kitap okudum. Başta Adem Güneş olmak üzere birçok uzmanın kitabından bir sürü şey öğrendim. Elbette okuduklarımızı tecrübe etmek çok kolay olmuyor bazen.

                Fatma Zehra bebekken herkes bana çok sabırlı bir anne olduğumu söylerdi. Bunun nedeni bebek ağlarken sakin kalmam, ona sinirlenmemem ve bağırmamamdı sanırım. O minicik bir bebekti ve ağlıyorsa benim çözmem gereken bir sorunu vardı. Beni kızdırmak için ağlamıyordu, sadece derdini anlatmaya çalışıyordu, ben böyle düşünür ve sorunu nasıl çözebileceğime odaklanırdım. Uzun süre bu böyle devam etti.

                Meryem’e hamile kaldığımda  Zehra  20 aylıktı daha. Hamileliğim boyunca  ilişkimizi bozacak, gerilmemize neden olacak bir şey yaşamadık. Zaten o yaramaz bir çocuk olmadı hiçbir zaman. Başkalarına yaramazlık gibi gelen çocukça davranışlarını her zaman toleransla karşıladım. Sonra Meryem katıldı aramıza. Zehra kardeşini kıskandı ilk zamanlar. Bu zaten beklediğim bir şeydi, hazırlıklıydım. Ona hiç kızmadım, hep sabırla anlattım, daha fazla ilgi ve sevgi gösterdim. Çok küçük yaşta abla oldu ve çevremizdekiler ona sen artık abla oldun, büyüdün ifadelerini kullandı bazen. Bense onun daha çok küçük bir çocuk olduğunu hiç unutmadım, bunu hem ona hem de başkalarına anlatmaya çalıştım. Tuvalet eğitimini Meryem bebekken gerçekleştirdik, çok şükür o dönemi de sabırla, gerilmeden, Zehra’yı yıpratmadan atlattık. Zehra oyuncaklarıyla oynamayı sevmezdi, televizyon yada bilgisayar merakı yoktu. Çok küçük yaştan beri sosyal bir çocuktu ve insanlarla iletişim halinde olmayı severdi. Eşimin akrabaları yakın çevremizde oturdukları için sık sık onları ziyarete gider. Halasıyla, teyzesiyle vakit geçirmeyi sever. Eğer evde yalnızsa odasındaki dolabı karıştırır, sürekli kıyafet değiştirir. Bu durum biraz can sıkıcı olsa da çoğunlukla hoşgörülü davranırım. Fakat bir dönem ne olduysa oldu, her şeye itiraz etmeye başladı, istediği bir şey olmayınca ağlamaya başladı, kıyafet seçimi konusunda sorun yaşar olduk, ben kendi seçimlerini yapmasına çoğu zaman müsaade etsem de bazen uygunsuz kıyafetler seçtiğinde müdahale ediyordum, bu da krize neden oluyordu. Nasıl başladı, ne kadar sürdü tam olarak bilemiyorum ama o dönem her zaman var olan sükunetimi ve sabrımı kaybettim. Ona sinirlenmeye başladım, sinirlendiğim zaman içimden gelen şiddet gösterme eğilimini bastırmakta çok zorlandım ve bir iki kez kendimi tutamayıp ona vurduğum da oldu. Şimdi çok pişmanlık duyuyorum bunu yazarken ama maalesef yanlış olduğunu bile bile bunu yaptım. Elbette ondan özür diledim, bir daha olmayacağına söz verdim ve tekrar etmemek için kendimi tuttum. Peki neydi beni şiddet gösterecek noktaya getiren şey. Birincisi çocukluğunda şiddet gören insanlar, büyüdüklerinde şiddet göstermeye meyilli olurlar. İkincisi çevremdeki herkes başta kendi aile büyüklerim olmak üzere; benim çok sabırlı olduğum, çocuklara karşı fazla hoşgörülü olduğum, onları terbiye edemediğim konusunda hemfikirdi. Hatta annem yada babam bazen çocuklarla yaşadığım bir olaya şahit olduğunda ben olsaydım çoktan dayak yemişti, yada dayağı hak etti gibi ifadeler kullandılar. Buda bende sanki benim kızmaya hakkım varmış ve çocuk gerçekten cezayı hak ediyormuş gibi bir izlenim yarattı. Bir de Zehra’yla o gerilimi yaşadığımız dönemlerde hayatımda yolunda gitmeyen başka şeylerde vardı ve omzumdaki yükleri taşıyamadığımda ona da sabır gösteremediğimi fark ettim.

                Yazının en başına dönersek, o gün çocukken dayak yediğini anlatanlarda anne olduklarında kendilerinin de şiddet gösterebileceklerini yada bunu normal gördüklerini gözlemledim. Oysa hayvanlar bile dayakla terbiye edilmiyor artık. Bazı çocuklar dayaktan anlar yada yeri geldiğinde az da olsa vurmak gerekir gibi ifadeler çoktan kullanımdan kalkmış olmalı. Hala bunu savunanlar olduğunu gördüğümde çok üzülüyorum. Evet belki biz anne babamızdan, öğretmenimizden yada arkadaşlarımızdan dayak yemiş olabiliriz ama bunu çocuklarımıza da yaşatmaya hakkımız yok. Çünkü biz böyle davranırsak onlar da şiddete meyilli yetişkinler olacaklar ve bu toplumun tamamına sirayet edecek. Eğer şiddetle anılan bir toplum olmak istemiyorsak, önce kendi evimizde şefkat ve sabır tohumları ekmeliyiz. İnsana insanca muamele etmeyi yaşayarak öğretmeliyiz çocuklarımıza. O zaman gelecek günler çok daha güzel olacak inşallah.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder